
(1561-1626) Bilime katkıları gözönüne alındığında bilimin öncülerin
kabaca üç grupta toplanabilir. "Kabaca" diyoruz, çünkü bilimadamlarının
en azından bir bölümü için böyle bir sınıflama yapay olmaktan ileri
geçmez.
(1) Çalışmaları deneysel ağırlıklı olanlar (Faraday, Marie Curie, Rutherford, vb.);
(2) Kuramsal düzeyde devrim niteliğini taşıyan atılımlarıyla tanınanlar (Newton, Darwin, Maxwell, Einstein, vb.);
(3) Çalışmalarında pratik sorunların çözümüne ağırlık verenler (Archimedes, Pasteur, vb.).
Katkısı bu üç tür çalışmadan hiç birine girmeyen, ama bilimsel yöntem
anlayışım, bilimin uygar yaşam için önemini, uygulamaya yönelik
bilginin güç ve değerini işleyen yapıtları; "kısır" diye nitelediği
skolastik düşünce geleneğine karşı yüreklice ortaya koyduğu tepkisiyle
bilim tarihine yön çizen bir öncü vardır: Francis Bacon.
Bacon, dar anlamda bir bilimadamı olmaktan çok, kendisine özgü
yaklaşımıyla bir bilim yorumcusu, öngördüğü bilgi dünyasını kurma
misyonuyla tabuları kırma savaşımı veren bir düşünürdü. İçine doğduğu
dünya, çelişkilerle dolu bir dönemden geçmekteydi: bir yanda
insanoğlunun yeni keşiflerle bilinmeyene açıldığı, bilgi arayışına
girdiği; öte yanda büyü, fal türünden aldatıcı uygulamaların yaygınlık
kazandığı, kilise buyruğuna ters düşünenlerin yakıldığı bir dönem!
Rönesansla birlikte sanatta belirginlik kazanan coşkulu atılım, 16.
yüzyılda doğayı anlama, olup bitenleri açıklama arayışına dönüşmüştür.
Bacon’un bu dönüşümü yorumlama ve yönlendirme tutkusu, aydınlanma
çağını henüz yakalayamamış toplumlar için bugün de geçerli bir
örnektir. Bacon, İngiliz Kraliyet Sarayı çevresinde, üst-düzey yönetici
bir ailenin çocuğu olarak büyümüştü. Amcası dönemin en etkili
politikacısıydı.
Daha küçük yaşlarındayken Francis, güzel ve ciddi konuşmalarıyla
Kraliçe Elizabeth’in ilgisini çekti. Kraliçe, ziyaretçi ve
misafirlerine, saçlarını okşamaktan hoşlandığı bu çocuğu, "Saray’ın
Minik Lordu" diye tanıtırdı. Çok yönlü bir eğitimle yetişen delikanlı,
18 yaşına geldiğinde diplomatlar arasına katılmaya, elçilerle birlikte
Avrupa başkentlerine gidip gelmeye başladı.
Ne var ki, bu parlak başlangıç uzun sürmedi. Babasının erken ölümü,
yarattığı politik skandal nedeniyle ağabeyinin ölüm cezasına
çarptırılması, aileyi çökertti. Annesinin geçim sorumluluğunu üstlenen
Francis, bir yandan aile borçlarını ödeme uğraşı verirken, bir yandan
da kendi geleceğini kurma çabasını elden bırakmıyordu. Başta Kraliçe
olmak üzere, hiç kimse yüzüne bakmıyordu artık!
Ama hüsrana dönüşen yaşamında onu ayakta tutan ve yaşam boyu sürecek
bir inancı vardı: Uygar geleceğe giden yolda aydın kesime bilimin
önemini kavratmak, bilimsel araştırmaya kurumsal bir kimlik
kazandırmak! "İlgi alanımda yalnızca bilgi, bilgiye yönelik araştırma
vardır," diyordu Bacon.
Deneyimci (ampirik) felsefenin öncüsü olan Bacon, temelde somut
sorunlara ağırlık veren pragmatist bir düşünürdü. İnsanlığın mutlu ve
aydınlık geleceğine ilişkin, biraz ütopik ve iyimser bir beklentisi
vardı. Ona göre, bu geleceğin başlıca güç kaynağı güvenilir bilgiydi.
İlerlemeyi tıkayan tek engel, "idolamentis" dediği yerleşik tabulardı.
Öncelikle aklı teolojinin tutsaklığından kurtarmak, kapıları deneysel
araştırmalara açmak gerekiyordu. Bacon, militan bir tutum içindeydi;
yaşamını, tasımsal argümanlarını laf cambazlığı saydığı skolastik
"bilginlerin" yetkisini kırmaya adamıştı.
Bacon’un önerdiği bilim, seçkin kişilerin bireysel etkinliği olmaktan
çok, örgün, kurumsal nitelikte bir girişimdi. Bunun için tüm dillerde
yazılmış değerli kitapları da içine alan zengin bir kitaplık, geniş
botanik ve hayvanat bahçeleri, görkemli bir müze ve her türlü deneye
yeterli büyük bir laboratuvar kurulmalıydı. Doğanın gizlerinin
çözülmesi ve özlenen uygar dünyanın kurulması, ancak bu kuruluşlardan
oluşan kompleks bir bilim merkeziyle gerçekleştirilebilirdi. Bacon,
seçkin bilimadamlarını bünyesinde toplayan Kraliyet Bilim Akademisi’ni
(The Royal Society) de bu amaçla kurmuştu.
Bacon, bilimin önemini vurgulamakla kalmamış, bilimsel yöntemi açıklama
işini de üstlenmişti. Doğayı tanımak, doğa güçlerini denetim altına
alma yolunda istenen sonucu verecek yöntemi belirlemek, başlıca
amaçlarından biriydi. Ona göre gözlem ve deney, bilimsel araştırmanın
asal özellikleriydi. Olgusal verileri toplayarak bunları belli bir
düzen içinde işlemek dışında, doğayı tanımanın bir yolu yoktu.
Skolastik yaklaşımda olduğu gibi, doğruluğu sorgulanmaz birtakım peşin
ilkelerden tümdengelimle olguları açıklamaya çalışmak kısır bir
çabaydı. Doğru olan yöntem, gözlem veya deneyle olguları saptamak,
toplanan verilerden indüksiyonla genellemelere gitmek, ulaşılan
genellemelerden en kapsamlı olanları aksiyom (öncül ilke) olarak
seçmekti. Tümdengelim (dedüksiyon), ancak bu aşamadan sonra yararlı
olabilirdi.
Bacon, yöntem anlayışını ilginç bir benzetmeyle ortaya şu şekilde
koymuştur: "Bilimadamı ne ağını içinden çekerek ören örümcek gibi, ne
de çevreden topladığıyla yetinen karınca gibi davranmalıdır. Bilimadamı
topladığını işleyen, düzenleyen bal ansı gibi yapıcı bir etkinlik
içinde olmalıdır."
Bacon’un, olgusal içerikten yoksun dedüktif çıkarımı yararsız saymakta
haksız olduğu söylenemez. Gerçekten de Aristoteles’in tasımsal mantık
yöntemiyle bilimde bir adım bile ileri gidilemeyeceği bilinmeliydi
artık. Ama Bacon’un önerdiği tümevarım yönteminin de yeterli olduğunu
söylemek güçtür. Tümevarımla yapılan genellemeler, olguları açıklayıcı
değil, betimleyicidir.
Örneğin, tüm bakır tellerin iletken olduğu genellemesi, bakır telin
neden iletken olduğunu açıklamamakta, yalnızca gözlemlenen bakır
tellerin ortak bir özelliğini belirtmekle kalmaktadır. Betimleyici
genellemelerin bilimde önemli yer tuttuğu elbette yadsınamaz. Ancak
bilimin, olguları betimlemenin ötesinde daha önemli işlevi, olguları
veya olgusal ilişkileri açıklamaktır.
Boyle’un yasasını alalım. Sabit sıcaklıkta, gazların hacimleri ile
basınçlarının ters orantılı olduğu genellemesi, gözlemsel bir ilişkiyi
dile getirmekle kalmaktadır. Bu ilişki ise ancak daha sonra, "gazların
kinetik teorisi" olarak bilinen kuramsal ilkeyle açıklanabilmiştir.
Bacon, gözleme dayanan genellemeler gibi açıklayıcı ilkelere de
tümevarımla ulaşılabileceği yanılgısı içindeydi.
Oysa, hipotez ya da kuram oluşturmanın bilinen bir yöntemi yoktur. Bu
bağlamda, bilimadamının deneyim, sezgi veya yaratıcı hayal gücünden
sözedilebilir; ama indüktif, dedüktif ya da başka türden bilinen bir
yöntemden kolayca söz edilemez, herhalde.
Bacon’un bilimsel yöntem anlayışındaki bir yetersizlik de, matematiğin
bilimdeki işlevini kavrayamamış olmasıdır. İleri sürülen bir hipotez ya
da kuramın olgusal olarak yoklanması, öncelikle o hipotez ya da
kuramdan "öndeyi" denen test edilebilir önermelerin çıkarımını
gerektirir. Bu ise uzun süreçli mantıksal bir işlem olup çoğu kez ancak
matematiğin tümdengelim tekniğiyle olasıdır.
Ayrıca matematik, bilim için etkili bir dildir; özellikle fizikteki,
yasa ve ilkelerin matematiksel denklemlerle dile getirilmesi, çıkarım
işlemlerini kolaylaştırmanın yanısıra bilime daha güvenilir ve açık bir
ifade gücü de sağlamaktadır.
Bacon, deneysel bilimin inançlı bir savunucusu, bilimsel yöntem
bilincini ön plana çıkaran bir öncüydü. Ne var ki, onun kendi yaşam
dönemindeki bilimsel çalışmaları yeterince izlediği söylenemez.
Kepler’in ortaya koyduğu doğrulayıcı sonuçlara karşın, Kopernik
dizgesini içine sindirememesi, üzerinde durulacak bir noktadır.
Çağdaşı Galile’nin, deneyle matematiği birleştirerek bilimsel yönteme
kazandırdığı yeni kimliğin farkına varmamış olması da ilginçtir. Aynı
şekilde, modern anatominin öncüsü Vesalius’un çalışmasına gereken
ilgiyi göstermediği gibi, kendi hekimi Harvey’in, kan dolaşımına
ilişkin buluşlarını da bir bakıma görmezlikten gelmiştir.
Değindiğimiz tüm yetersizliklerine karşın, Bacon’un bilimsel gelişme
için gerekli ortamın hazırlanmasında oynadığı büyük rolün önemi
tartışılamaz. Unutmamak gerekir ki, Bacon bir bilim adamı olmaktan çok,
bilimi bağnazlığın tekelinden kurtarma savaşı veren bir düşünürdü.
Bilimin daha sonraki gelişmeleri üzerindeki etkisi, bu gelişmelerin
uygar yaşama yönelik kazanımlarına ilişkin öngörüleri gözönüne alınacak
olursa, Bacon daima övgüyle anılacaktır.
Bacon, "bilgi kudrettir," demiştir. Ancak yüzyılımıza gelinceye dek
yalnız o değil hiç kimse, bilgelikle birleşmeyen bilginin, aynı zamanda
bir yıkım aracı olarak da kullanılabileceğini düşünebilmiş değildir.