1905 yılında E=mc2 ile başlayan serüvende Einstein, fisyon sonucunda açığa çıkabilecek bir enerji olduğu konusunda öngörüde bulunmuş ve 1930 yılında bu düşünce Otto Hahn ve Lise Meitner tarafından doğrulanmıştır. 1942 yılına değin yürütülen pek çok çalışma Nükleer Enerjiye yönelik insanlara umut aşılayan sonuçlar sunmuştur. Aynı tarihler de ilk insan üretimi olan nükleer reaktör Enrico Fermi tarafından yürütülen bir proje ile Chicago’da kurulmuştu.
Hem Fermi hem de Hahn ve Meitner tarafından kurulan reaktörler, ısı üretse de elektrik üretimi konusunda başarısız olmuş fakat geleceğe yönelik önemli bir alt yapı oluşturmuştur. 20 yıllık periyotlarda nükleer enerjiye yönelik hem devlet hem de toplum içerisinde oluşan ilgi, savaş ya da felaketler sonucunda kırılmış ve şüphelerin oluşmasına neden olmuştur.
Nükleer Enerjinin Geleceği – Daiichi Santrali
1967 yılında onay alan ve günümüzde kullanılan reaktörler arasında oldukça eski bir geçmişe sahip olan Fukushima Daiichi santrali 1967 yılı tahminlerine göre ortalama 8,2 büyüklüğünde bir depreme ve 10 metre yüksekliğinde tsunami dalgalarına dayanıklı olarak inşa edilmiştir. Fakat 2011 yılında yaşanan felaket sırasında 9,0 büyüklüğünde bir deprem ve 14 metre yüksekliğinde bir tsunami dalgası, santralin büyük bir sınav vermesine neden olmuştur. Bu felaket sırasında gerek tecrübe gerekse de uzmanların öncelikleri nedeniyle reaktör kapatılmış ve güç üretimi durdurulmuştur. Ancak reaktörün kapatılmasına rağmen ısı üretmeye devam etmesi jeneratörlerin 14 metrelik tsunami dalgaları altında kalarak çalışamaz hale gelmesi soğutma sistemlerinin yetersiz kalmasına neden olmuştu.
Bütün bu felaket durumuna rağmen reaktörler de bulunan yedek piller yaklaşık 8 saat boyunca sistemin soğutulmasına devam etmiştir. Ancak 8 saat sonunda pillerde yer alan enerjinin tükenmesi reaktörde sıcaklık artışına ve dolayısıyla ciddi bir tehdide neden olmuştu. Bu felaket sırasında yaşanan bilgi kirliliği yanında büyük bir patlama ve felaket beklentisi hem ülke genelinde hem de diğer ülkeler de nükleer enerjinin yeniden sorgulanmasını sağlamıştır.
Fukushima Daiichi Santrali Bir Uyarı Mı?
Hemen, hemen her ülke de reaktörün bulunduğu alanlar, enerji üretim tesisleri öncelikli koruma alanları arasında yer alır. Fukushima santrali diğer pek çok santrale oranla 40 yıl öncesinde gelişmiş bir teknoloji ile üretilmiş, olası felaket senaryoları en yüksek limitlerde tutulmuştur.
2011 yılında yaşanan olay sırasında reaktörün dış ünitelerinde hidrojen gazının birikmesi ve bazı alanlarda dış binanın patlaması uzun süre kamuoyu ile paylaşılmayan bilgiler arasında yer almaktadır. Yaşanan bu olay göz önüne alındığında uzmanlar, yakıtın uzun bir süre su dışında kalmış olabileceğini fakat hasar boyutunun ne olduğunun bilinmediği söylemektedir.
Bir diğer durum ise reaktörü saran metal çekirdektir. Bu çekirdeğin hem patlama hem de deprem sırasında etkilenmemesi ve sağlam kalması etki alanının yalnızca reaktör çevresi ile sınırlı kalmasını sağlamıştır. Fakat çekirdeğe pompalanan su ve dışarı da saklanan nükleer yakıt hasarı hem çalışanların hem de yakın çevrenin etkilenmesine neden olmuştur. Bu alanda yer alan suyun denize ya da yer altı sularına karışma ihtimali ise onlarca yıl sonra ortaya çıkabilecek etkileri içermekte.
Yakın gelecekte ülkemize kurulması planlanan iki santral için önemli bir örnek olan Fukushima, bir uyarı mı yoksa yalnızca kısa süreli bir tatbikat mı ilerleyen yıllarda göreceğiz.
Bir sonraki yazımızda Nükleer Enerjiye diğer gelişmiş ülkelerin bakışı, depolama ve kirlilik sorunları gibi konular hakkında bilgiler bulabilirsiniz.