babası olarak kabul edilen Leo Hendrik Baekeland 14 Kasım 1863’te
Belçika’nın Ghent kentinde dünyaya geldi. Çocukluğunda evden kaçıp
denizlerde dolaşmanın düşünü kurardı. Bu nedenle coğrafya dersinde
büyük başarı gösteriyordu. Büyüdükçe fotoğrafçılığa olan tutkusuyla
deniz düşlerini yitirdi. Ailesi, onun odasında ders çalıştığını
sanırken, Leo çektiği resimleri banyo ederdi.
Fotoğrafçılık tutkusu,
sonraki yıllarda kimyaya ilgi duymasına neden oldu. Ghent Teknik
Okulu’nda akşamları kimya derslerine girmeye başladı.
Onyedi yaşına geldiğinde,
burslu olarak Ghent Üniversitesi’ne girdi. Sınıfının en genç
öğrencisiydi ve 21 yaşında “maxima cum laude” (en üstün başarı)
derecesiyle doktor unvanı aldı. Bir süre öğretmen okulunda ders
verdikten sonra 26 yaşında Ghent Üniversitesi’ne döndü ve
profesörlüğe yükseldi. Kendi kimya profesörünün kızı Seline’e âşıktı.
Baekeland’ın profesör olması aynı zamanda evlenmeleri anlamına
geliyordu.
Üniversiteye
döndükten bir süre sonra bir burs kazanarak ABD’de fotoğrafçılığın
kimyası üzerine araştırmalar yapmak üzere Yeni Dünya’ya gitti.
Amerika’da, tanınmış iş adamlarıyla tanıştı; akademik kariyerini bir
yana bırakarak sanayi alanında çalışmaya başladı. O dönemde ülkenin en
büyük fotoğrafçılık şirketi Anthony’de çalışmaya başladı.Kısa
bir süre sonra kendi şirketini kurarak bağımsız araştırmalara girişti.
Sonraları, “Birçok buluşlar üzerinde çalıştım ama bunları uygulama
alanına geçirmek, başlıbaşına bir serveti gerektiriyordu” diyecekti.
Bir keresinde kalay elde etmek için yeni bir yöntem deniyordu. O sırada
geçirdiği büyük bir kaza, onu patlayıcı maddelerle yapmak istediği bir
başka deneyden vazgeçirdi. Yeniden, gençlik merakı olan fotoğrafçılığa
yöneldi. Onu yıllardır düşündürmekte olan yeni bir fotoğraf kağıdı
üzerinde çalıştı. O zamanlar filmler güneşte basılıyordu. Bu da filmin,
havaya bağlı olması demekti. Sarı ışınlara karşı çok duyarlı olan bir
gümüş klorid elde etti. Böylelikle fotoğraflar, hava nasıl olursa olsun
yapay ışıkta banyo edilebilecekti.
Baekeland, bu yeni fotoğraf kağıdına “Velox” adını verdi ve patentini aldıktan sonra üretimine geçti. Kendisine
bir ortak bularak “The Nepara Company” adlı firmayı kurdu. Ancak kimi
teknik ve parasal sorunlarla karşılaştı. Yaz sıcağının üretime zararlı
olduğu görüldü. Nemin bozucu etkilerini yok etmek için yeni bir
dondurma sistemi oluşturdu.
İşe başladıkları yıl Amerikan halkının büyük bir
ekonomik sıkıntı yaşadığı dönemdi. Kriz atlatıldıktan sonra bile
satışlar çok azdı. İnsanlar güneşte film banyo etmekten bir türlü
vazgeçirilemiyordu. Birkaç yıl sonra, Velox üstün kalitesinden ötürü
ilgi çekmeye başladı ve Baekeland da para kazanmaya başladı.
1899’da “Eastman–Kodak”tan bir öneri aldı. İş
görüşmesine giderken yılda 25 bin dolardan aşağı kesinlikle
çalışmayacağını düşünüyordu. Eastman’ın önerisi ise 1 milyon dolardı.
Baekeland otuzaltı yaşına geldiğinde oldukça zengin bir kişi olmuştu.
Ve artık kendini, asıl yapmak istediği işlere
adayabilecekti. Bundan sonra, kendisini dünya çapında ünlü yapacak bir
alanda, reçineler üzerinde çalışmaya başladı. Baekeland’ın bu konudaki
araştırmalarına başladığı 1906 yılında en çok kullanılmakta olan doğal
reçine gomalaktı. Gomalak, “tachardia lacca” adlı küçük bir böcekten
elde ediliyordu. Sarı verniğin, cilaların ve günlük yaşamla ilgili daha
birçok gereksinimin ana maddesiydi. Bununla birlikte, tüm öteki doğal
reçineler gibi kolay yumuşuyordu. Basınç ve ısı altında kullanımı
zorlaşıyordu.
Baekeland, gomalakın yerini tutacak bir maddeyi
üretebilmek için çalışmalara başladı. Aslında kendisinden önce başka
araştırmacılar da bu alanda girişimlerde bulunmuştu. Örneğin Adolph
Baker 1871’de hidrojeni alınmış alkol ve fenollerin birbirleri üzerinde
bir garip bir etki oluşturduğunu görmüştü. Bu maddeler karıştığı zaman
tuhaf şeyler oluyordu. Sözgelimi, ısıtıldığı zaman, karışım kaynıyor,
köpürüyor, cızırdıyor ve çevreye erimiş parçacıklar saçılıyordu.
Kaynama azaldığında geriye delikli, gri renkte bir kütle kalıyordu.
Bununla da hiçbir şey yapılamıyordu.
Baekeland düşünüyordu; bu kütle nasıl denetim
altına alınabilirdi? Kendinden önceki araştırmacıların deneylerini çok
dikkatlice inceledi. Yüksek ısıda reaksiyonun köpürmesini azaltmak amacıyla karışıma amonyak ekledi, sodyum hidroksiti denedi…
Haftalarca süren sonuçsuz denemelerden sonra, artık yardımcıları, bu işten vazgeçmesi için ısrar etmeye başladılar. Baekeland
da, önceki araştırmacılar da ısının yaratıcı bir öğe olduğunu kabul
ediyorlardı. Ancak yüksek ısı, reaksiyonu denetimden çıkarıyordu. Bu
nedenle 50–75 derece arası bir ısı kullanılmalıydı. Baekeland’ın içinde
bu düşüncenin yanlış olduğuna ilişkin bir sezgi vardı. Tam tersine daha
az değil, çok daha fazla ısı kullanılmalıydı. Normal atmosferde yüksek
ısı reaksiyonu bozabilirdi. Ama ısıyla birlikte basınç da
yükselebilirdi. Diğer bir deyişle, neden kimyasal maddeler 150–200
santigrat derecede bir fırında pişirilmesindi? Artan basınç, artan
ısıyı karşılayabilirdi.
Bu yeni yöntemi geliştirdikten sonra Baekeland
sorunu da çözdü. Isıyı artırdı ve alkaliler ekledi. İlk sıvıyı fırınına
koydu. Sonuçta gizemli yeni bir madde ortaya çıktı. Bu madde hem katı
hem saydamdı. Kalıpta oldukça mükemmel biçim alıyordu. Bir kez ısındı
mı kaskatı kesiliyor ve bir daha erimiyordu. Bu çok dayanıklı bir
maddeydi.
Bu maddenin 2,5 cm. kalınlıkta bir parçası, 3
tonluk bir ağırlığı kaldırabiliyordu. Çok sert ve hafif olan, kolayca
biçim verilebilen, bunlara
karşın ısıya, asitlere, elektriğe, hava
değişikliklerine dayanıklı olduğu görülen bu maddeye Baekeland kendi
adını verdi: “Bakalit!” Bu, plastik maddelerin ilk örneğiydi ve
sanayide bir devrim başlamıştı.
1909 yılının 6 Şubat akşamı Baekeland, New York Kimyacılar Kulübü’nde, buluşunu kamuoyuna açıkladı.
Baekeland, önceleri, buluşunun en az kırk ayrı
sanayi kolunda kullanılacağını düşünüyordu. Ama yanılıyordu, çünkü
bugün dünyadaki neredeyse tüm sanayi kollarında bu madde
kullanılmaktadır. Bakalitin ne denli yararlı olacağı ilk kez elektrik
sanayisinde anlaşıldı. Elektrik akımına dayanıklı olduğu için, bakalit,
hemen lastik ya da kehribarın yerini almıştı.
Bakalit, çok kısa bir süre sonra radyolarda ve
otomobillerde kullanılmaya başlandı. Tükenmez kalem, bilardo topları,
şemsiye sapları, tablalar, takma dişler, kemer tokaları ve daha
yüzlerce nesne bakalitten yapıldı.
Yirmi yıl kadar bir süreyle Baekeland’ın
yöneticiliğini üstlendiği Bakelite Corp., bu maddenin üretimini elinde
tuttu. Bununla birlikte 1933 yılında otuzun üzerinde üretici bu işe
atılmış, aynı maddeyi yaklaşık yüz değişik adla piyasaya sürüyordu.
Baekeland’ın bakalitle yaptığı deneyler, tüm plastik alanına yararlı olmuştur. 1943 yılına dek beşbinin üzerinde plastik kategorisi geliştirilmişti.
İkinci Dünya Savaşı sırasında ise, yılda 4,5 milyon kilodan fazla plastik silah sanayisinde kullanıldı.
Leo Hendrik Baekeland 23 Şubat 1944’de öldü.
Yaşamının sonuna değin, savaş yaratanlar ondan ne denli yararlanırlarsa
yararlansınlar, bilimin insanların yararına olduğuna inanıyordu.
Şöyle diyordu:
“Eğer sorumluluk duygusu
ve yönetme yeteneği olmayan politikacılar insanların en kötü
duygularını gereksiz yere uyandırmaya devam ederlerse, bundan
kimyacıları sorumlu tutmayın. Savaşsız bir dünyada yaşamanın koşulu,
bilimsel çalışmaları önlemekten ibaret değildir.”