Alan Turing, II. Dünya Savaşı’nda Almanlar’ın “çözülemez” dediği
şifrelerini çözen çok zeki bir matematikçi, bir kahraman ve intihara
sürüklenmiş bir dahiydi.
Bayan Clayton, 1954′ün haziran ayında, akşamüstü eve yaklaşırken bir
şeylerin yanlış gittiğini biliyordu. Her gün ev sahibine yemek yapmaya
giderdi, ama o gün süt hâlâ kapının önünde, gazete ise posta
kutusundaydı. İçeri girdi, yatak odasına çıktı ve kapıyı çaldı. Yanıt
alamayınca odaya girdi. Ve Dr. Alan Turing’in yatağın üstünde duran
cansız bedeniyle karşılaştı.
Yapılan inceleme sonucunda, 20. yüzyılın en parlak zekâlarından biri
olan Alan Turing’in, önceki gece, yani 7 Haziranda, siyanür alarak
intihar ettiği anlaşılmıştı.Matematik dalında kendini geliştiren Alan
Turing, bilgisayar biliminin temellerini attı. Yapay zekâdan biyolojiye
kadar birçok araştırmaya öncülük etti ve Naziler’in gizli şifrelerini
çözerek, İngiltere’nin II. Dünya Savaşı’ndan kayıpsız çıkmasını sağladı.
Ama aynı toplum, Turing’e sırtını döndü ve onun yaşam tarzını kabul
etmedi. Turing’in intihara sürüklenmesinin nedeni de, büyük olasılıkla
buydu. Turing’in yaşamı, bir dehanın hayret veren yaratıcılığının,
dönemin önemsiz ve tutucu bürokratları tarafından nasıl yok edildiğini
anlatan bir trajedi.
Alan Mathison Turing, 1912 yılında orta sınıftan memur bir babanın
ikinci çocuğu olarak doğdu. Çocukluğunun büyük bir kısmını, babasının
işi dolayısıyla Hindistan’da, gardiyanların arasında geçirdi. Hayalci
ve toplumdan uzak bir genç olarak amatör fen projelerine ilgi duydu.
Derin araştırmalar yapar, mıknatısla metal arar ya da arıları
yuvalarına geri dönene kadar izlerdi.
10 yaşına geldiğinde “Natural Wonders Every Child Should Know” (Her
Çocuğun Bilmesi Gereken Doğa Mucizeleri) adlı kitabı okudu ve bu,
yaşamının dönüm noktası oldu. Bu kitap sayesinde, doğada çözüm bekleyen
gizemleri keşfetti. Örneğin, canlıların tek bir hücreden oluşması gibi.
Ayrıca, kitaptan öğrendiği çok önemli bir nokta da, bu gizlerin bilim
yoluyla incelenebilmesiydi.
Turing, o andan itibaren, sorularını yanıtlayamayacak konularla
ilgilenmenin zaman kaybı olacağını düşündü. Devlet okulu Sherborne’da
sorunlar yaşaması kaçınılmazdı. Çünkü, yaşıtlarına göre çok ileri bir
düzeydeydi. Matematik ve fen, arkadaşlarının korkulu rüyasıyken, Turing
bu derslere büyük bir ilgi duyuyordu. 17 yaşında, kuramsal bilimin
merkezi Cambridge Üniversitesi’ne, matematik okumak üzere başvurmaya
karar verdi. Trinity Koleji tarafından iki kez reddedildi; ancak, King
Koleji tarafından kabul edildi ve öğretmenlerini, yaratıcılığıyla
derinden etkiledi.
1934′te, sınıfını birincilikle bitirerek mezun oldu. Bu başarısı,
bilimsel araştırmalar yapmak üzere Cambridge Üniversitesi’nden burs
kazanmasına yol açmış ve ömür boyu araştırma yapma fırsatı doğurmuştu.
Ancak o yaz, Turing’in Grantchester çayırında otururken ansızın
yaşadığı beyin fırtınası, yaşamını ve 20. yüzyılı değiştirecekti.
Dünyanın en iyi matematikçilerini zorlayan bir problemi rasgele
bulmuştu. Bulduğu çözüm, programlanabilir bilgisayar fikrinin doğmasına
da yol açacaktı. Sorun, matematiğin herhangi bir matematiksel
varsayımın doğruluğunu ispat edip edemeyeceğiydi. 2+2′nin 4 ettiği
sonucunun doğruluğundan; 11, 13 ,17, 19, 29 ve 31 gibi sonsuz sayıdaki
asal sayıların var olup olmadığı örneklerine kadar, eski gizlerden yola
çıkarak, matematik problemlerini çözebilecek bir yöntem aradı.
Turing, “Decidability Problem” denen bu problemi, Cambridge
matematikçilerinden Max Newman’ın derslerinde duymuştu. Max Newman,
mekanik yöntemin (mechanical process) işe yarayıp yaramayacağını merak
ediyordu.Matematikçiler için mekanik yöntem zahmetli bir yol. Örneğin,
çocuklar bu yöntemi uzun işlemleri yaparken “elde var 2, ekle 1″
şeklinde kullanı-yorlar. Ama 23 yaşındaki Turing, bu yöntemi daha da
geliştirmeye karar verdi. Hayalinde, her türlü matematik problemini
inceleyebilen ve doğru olup olmadığını kontrol edebilen bir cihaz
düşledi.
Turing’e göre cihazın yapısı basit olmalıydı. Sonlu satır üstündeki
simgeleri okuyarak, yazarak ya da silerek, tek bir simgeyle matematiğin
özünü yakalayabilmeliydi. Turing, “Decidability Problem”ın çözümünün,
veriler ne olursa olsun, bu makinenin bir sonuca varmasında yattığını
gördü. Dolayısıyla makine, varsayımın doğru ya da yanlış olduğuna karar
vermeli, sonunda da işlemi durdurmalıydı. Makine, hangi yöntemle
yaklaşılırsa yaklaşılsın, çözülemeyecek bir paradoksa “bu varsayım
yanlış” sonucunu verme-liydi. Şaşırtıcı bir şekilde Turing, bilimin
çözemeyeceği problemlerin olduğunu gösterdi. Hâlâ, 20′li yaşlarındaki
bu düşünceleriyle, dünya çapında bir matematikçi olarak kabul ediliyor.
Turing’in zekâsı, kısa zamanda çok daha acil ve tehlikeli bir amaç için
kullanıldı: İngiltere’nin savaşta yenilmesini engellemek için… 1938
yılında, II. Dünya Savaşı’na bir yıl kala Turing, Bletchley Parkı’na
gizli bir göreve katılması için davet edildi. Görevi, Nazi askeri
şifrelerini çözmekti.
Almanya’nın, Enigma diye adlandırdığı bu şifre makinesi oldukça
karışıktı. Alet, mesajları, rotor ve elektrik akımları yardımıyla
milyonlarca farklı şekle dönüştürüyordu. Turing’in görevi, makinenin
yolladığı karmaşık mesajları açıklığa kavuşturmaktı. Polonyalı şifre
uzmanları, gelişmiş matematik yöntemleriyle Enigma’nın eksikliklerini
belirlemiş, hatta Naziler’in birtakım gizli mesajlarını çözmeyi
başarmışlardı. Ama, savaş yaklaştıkça Enigma gelişti ve Polonya daha
ileri gidemedi. Mesajlar çok hızlı bir şekilde çözülmeliydi; çünkü
içerdikleri bilgiler sürekli değişiyordu. Bu, çok hız gerektiren ve
oldukça zor bir görevdi.
Turing’in kıvrak zekâsı bir kez daha çözümü buldu. Enigma’nın, olası
bir çözümlemeye önlem bağlamında, çok büyük sayılardan oluştuğunu fark
etti. Sözgelimi, “A” harfi “G”, “G” de “A” şeklinde çözülüyordu.
Turing’in, bir mesajdaki kelimelerin trilyonlarca olası çözümlemelerini
çıkarıp, sadece işe yarayacakları ayırabilen bir makineye ihtiyacı
vardı.
Bu harika bir adımdı ve Turing’in bu fikrinden hareketle İngiltere,
Alman denizaltısı “U-Boat”ların mesajlarını bir saatlik bir aktarım
süresinde çözebildi. Ama Almanlar, 1942′de Enigma’yı yenilediler ve
geliştirdiler. Daha da kötüsü, şifre çözücüler, Hitler ile
generallerinin daha kapsamlı “Geheimschreiber” adlı bir şifre makinesi
kullandıklarını saptadı. Henüz 29 yaşındaki Turing ile meslektaşları,
bu gelişmelere ayak uydurmak zorundalardı ve yeni yeni ortaya çıkmaya
başlayan “elektronik” teknolojisini denemeye karar verdiler.
Sonuç, “Clossus” adlı bir makineydi. Bir oda büyüklüğündeki cihaz,
belirlediği şifredeki 25.000 karakteri, bir saniyede tarayan 1.500
radyo lambasından oluşuyordu. Bugüne kadar Colossus’un nasıl çalıştığı
gizli tutuldu. Colossus, Müttefikler’in Hitler’in en gizli şifrelerine
girmelerini sağlamış ve bu da Hitler’in mağlubiyetiyle sonuçlanmıştı.
Tarihçiler, Colossus’un Avrupa’daki savaşı iki yıl kısalttığını ve buna
bağlı olarak sayısız yaşam kurtardığını belirtiyorlar. Ayrıca cihaz,
Turing’in 10 yıldan daha az bir süre önce hayalini kurduğu modern
bilgisayarın öncüsü sayılıyor.
Hitler’in yenilmesinden sonra, Turing, dünyanın ilk elektronik beynini
yaratmaya karar verdi. Teddington’daki Ulusal Fizik Laboratuvarı’nda
çalıştı ve ufak değişikliklerle denklemleri çözebilen, maaş ayarları
yapabilen ya da satranç oynayan “Automatic Computing Engine” (otomatik
hesaplama cihazı) projesini geliştirdi. Hatta Turing, ilk dil
programını tasarladı. Bürokratik çekişmeler nedeniyle projesini
durdurmak zorunda kaldı. Ancak, 1948′de, basitçe tasarlanmış Mark-1
adındaki bilgisayarın geliştirilmesi çalışmalarına katılmak üzere
Manchester Üniversitesi’e gitti. Mark-1′e önemli ekler yaptı.Günümüzde
Mark-1′e ek gerçek bilgisayar olarak kabul ediliyor. Ama Turing’in
zekâsı, onu yine başka yönlere itiyordu. Yapay zekâyla ilgilenmeye
başlamış ve 1950′de, günümüzün gündeminden düşmeyen “makineler
düşünebilir mi?” sorusunun yanıtını bulmak için testler yapmıştı.
Turing daha sonraları, İlk kez 10 yaşında okuduğu “Natural Wonders
Every Child Should Know” kitabına geri döndü. Kitapta, bir tek hücrenin
trilyonlarca parçaya bölünerek canlıları nasıl oluşturduğu ve her bir
hücrenin ne yapması gerektiğini bildiği anlatılıyordu. Ama, kitaba
göre, hücrelerin bunu nasıl gerçekleştirdiği biraz gizemliydi. Turing,
yanıtı buldu ve kimyasal maddelerin etkileşimlerini içeren karışık
denklemleri bir yana bıraktı.
1952 yılında Turing bir felaketle karşılaştı. Manchester polisi
tarafından tutuklandı ve genç bir erkekle yakalandığı gerekçesiyle
mahkemeye çıkarıldı. Toplumsal ahlakı bozmaya yönelik davranışları
düzenleyen yasa kapsamında yargı-lanacaktı. O zamanlar homoseksüellik
suçtu, Turing ise bunu gülünç buluyordu. Suçunu kabul etti, önünde iki
seçeneği vardı: hapis ya da hormon tedavisi.
Turing, hormon tedavisini seçti. Hatta, biyoloji ve fizik çalışmalarını
bile sürdürdü. Ancak, bu suçlama ve verilen ceza, birçok şeyden mahrum
kalmasına yol açtı. Güvenlik belgeleri elinden alındığından, şifre
çözme merkezi GCHQ’a yürüttüğü danışmanlığına son verildi. Ayrıca,
bildiği devlet sırlarını açıklaması olasılığına karşı gözetim altında
tutuldu.
Turing’i en çok korkutan, suçunun zeki makineler projesini de rafa
kaldırma ihtimaliydi. Haziran ayının o soğuk ve yağışlı pazartesi
gününde, bu kaygılar içinde salınan Turing’in aklından geçenleri tam
olarak bilemiyoruz, hiçbir zaman da bilemeyeceğiz. Aslında, nasıl
öldüğü de çok açık değil. Bilinen, siyanür şırınga edilmiş bir elma
yediği. Emin olduğumuz tek şey ise, başarılı düşünürlerin çoğunun
yaşamının erken sona erdiği. Turing öldüğünde sadece 42 yaşındaydı